MALAZGİRT ZAFERİNİN ARDINDAKİ GERÇEKLER



MALAZGİRT ZAFERİNİN ARDINDAKİ GERÇEKLER


Malazgirt Zaferi’ni yalnızca dini bir çatışmanın sonucu olarak görmek, bu büyük olayın siyasi ve sosyo-kültürel boyutlarını göz ardı etmek olur. 26 Ağustos 1071’de Alparslan komutasındaki Selçuklu ordusu, Malazgirt’te Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’i mağlup ederek, Bizans’ın Anadolu’daki hakimiyetini kırmış ve Aras Nehri’nin doğusuna geçişini engellemiştir. Bu zafer, aynı zamanda Anadolu’nun Türk etkisiyle yeniden biçimlenmesinde belirleyici bir rol oynamıştır.

1064 yılında Büyük Selçuklu tahtına çıkan Alparslan, Horasan’dan Harzem’e, Hazar’dan Kafkasya’ya, Maveraünnehir’den Orta Asya içlerine ve Keşmir’den Kuzey Hindistan’a kadar uzanan fetihlerle devleti büyük bir imparatorluk haline getirmişti. Bundan sonraki hedefi ise Doğu Akdeniz’in zengin liman şehirlerini ve bu bölgedeki Şam gibi stratejik merkezleri ele geçirerek olağanüstü bir ekonomik güç elde etmekti.

Bu düşüncesinin bir diğer önemli boyutu ise Fatımiler Devleti’ne yönelikti. Doğu Akdeniz’in kontrol altına alınması, Kahire’deki Fatımiler’in hakimiyetini kırmayı kolaylaştıracak ve Kudüs şehri, Fatımi halifesinin idaresinden kurtarılarak İslam dünyasının ekonomik ve siyasi birliği sağlanabilecekti. Bu görüş, yalnızca Alparslan’ın şahsi düşüncesi değil, aynı zamanda Selçuklu idaresinde etkin olan Fars kökenli ulemanın da ortak kanaatiydi. Ulemaya göre parçalanmış İslam dünyasının yeniden güç kazanabilmesi, ancak güçlü bir lider etrafında birleşmekle mümkündü.

Ancak tarih, mezhepsel farklılıklar, içtihat kapısının kapanması, iktidar mücadeleleri ve çıkar çatışmaları nedeniyle ümmet birliğinin kurulmasının imkansız olduğunu göstermektedir. Öte yandan, Alparslan’ın Arap olmayan ve sonradan İslam’ı benimsemiş toplulukların temsilcisi bir mevali olarak anılması, onun İslam dünyasında tartışmasız bir lider olarak kabul görmesini engelliyordu. Yine de Alparslan, büyük hedefi için gerekli hazırlıklarını tamamlamış, küçük yaştaki oğlu Melikşah’ı başkent Rey’de veliaht bırakarak 1069 yılının Nisan ayında 20 bin kişilik Alp Tümeniyle sefere çıkmıştı.

Gürcistan ve Aras Nehri’ni geçtikten sonra Ermenilerin antik başkenti Ani üzerinden Anadolu’ya giren ordusuyla güneye yönelerek Ayıntap’tan Klikya bölgesini aşmış ve Antakya üzerinden Halep’e ulaşmıştır. Bu süreçte sefer güzergahındaki şehirleri ele geçirerek muhtemel tehditleri ortadan kaldırmıştır. Böylece güven ortamı sağlanmış, Halep’te kurduğu ordugahta Doğu Akdeniz ve Kahire üzerine yapılacak seferin hazırlıklarını başlatmıştır. Ancak Bizans ordusunun İstanbul’dan Doğu Anadolu’ya hareket ettiği haberinin alınması üzerine Doğu Akdeniz ve Kahire seferini iptal ederek Anadolu’ya geri dönmüştür.

Alparslan, Bizans ordusunun doğrudan Selçuklu’nun başkenti Rey’i hedeflediğini düşünüyordu. Bu tehdidi karşılamak amacıyla, Urfa, Diyarbakır, Silvan, Bitlis ve Muş üzerinden Erzurum’a hareket ederek, babası Çağrı Bey döneminden itibaren Sakarya Nehri kıyılarına kadar akınlarda bulunan Oğuz beyleri ve hanedan üyesi uç beylerini yardıma çağırmıştır. Ayrıca topladığı paralı askerler ve özgürlük vaadiyle silahlandırdığı kölelerin katılımıyla ordusunun mevcudunu 50 bine ulaştırmıştı.

Selçuklu ordusu Bitlis’ten Bizans ordusu ise Erzurum üzerinden Malazgirt’e yönelmişti. 24 Ağustos’ta Selçukluların harekat üssü Ahlat’ta öncü birlikler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmışsa da asıl büyük mücadele, 26 Ağustos 1071 Cuma günü Muş Ovası’nda gerçekleşmiştir. Savaş başlamadan hemen önce Bizans ordusunda ciddi bölünmeler yaşanmıştır. Hristiyan Kuman, Kıpçak ve Peçenek Türkleri Alparslan’ın safına geçerken; İstanbul’da Dukas Hanedanı’nın iktidara geldiği, İmparator Romanos Diogenes’in eşi ve Angelos Hanedanı üyesi Kraliçe Eudokia’nın tutuklandığı haberini duyuran General Andronikos Dukas ile emrindeki askerler ve Ermeniler savaş alanını terk etmiştir. Gün batımına kadar göğüs göğüse çarpışmalar yaşanmıştır. Ancak çetin mücadeleler sonunda Bizans ordusu ağır bir yenilgiye uğramış, İmparator Romanos Diogenes ise esir düşmüştür.

Malazgirt Zaferi, Alparslan’ın yanında yer alan Oğuz soylu ordu kumandanları ve bozkırın savaşçı Türkmen askerlerinin belirleyici rolü sayesinde kazanılmıştır. Ayrıca Selçuklu tarafına geçen Hristiyan Oğuz Türkleri de başarıya önemli katkılar sağlamıştır. Öte yandan, paralı askerler ve özgürlük umuduyla silahlanan köleler daha çok maddi çıkar gözeterek savaşmış, ideolojik veya siyasi bir bağlılık göstermemiştir.

Bu durumun dışında hiçbir devlet ya da yerel güç, Selçuklulara destek vererek Malazgirt Savaşı’nın kazanılmasına katkıda bulunmamıştır. Alparslan’ın Gürcüler ve Abbasilerle evlilik yoluyla kurduğu akrabalık ilişkileri de bu gerçeği değiştirmez. Yine o dönemde henüz kurumsal bir otoriteye sahip olmayan ve Anadolu’da kayda değer bir varlığı bulunmayan Kürt topluluklarıyla herhangi bir ittifak kurulduğu da söylenemez. Müslüman Abbasiler ise Gürcü ve Ermeniler gibi Selçukluların yükselişine karşı durarak Malazgirt’te Bizans’ın başarılı olmasını ummuşlardır.

İşte bu nedenlerle ve ayrıca Haçlı Seferleri’nin tarih sahnesinde henüz görülmediği bir dönemde kazanılan Malazgirt Zaferi’ni “İslam birliğinin zaferi” olarak nitelendirmek, tarihi gerçekleri çarpıtmak olur. Zira Alparslan’ın ordusunda yalnızca Müslüman Türkler değil, Hristiyan Türkmen askerlerin bulunması da bu durumu destekler.

Sonuç olarak Malazgirt Zaferi’ni, Selçukluların 1040’ta Dandanakan’da verdikleri “varlık” savaşı gibi Türklerin kendi geleceklerini korumak amacıyla giriştiği bir “savunma” savaşı olarak nitelendirmek mümkündür. Ancak savaşın ortaya çıkardığı sonuçlar, yalnızca bir savunma mücadelesinin ötesine geçmiş, Türk tarihinin akışını değiştiren bir dönüm noktası haline gelmiştir.

Alparslan, Malazgirt Savaşı nedeniyle Doğu Akdeniz ve Kahire seferi ile İslam dünyasını birleştirme düşüncesinden vazgeçmek zorunda kalmışsa da bu zafer sayesinde Anadolu’da Türk egemenliğinin temellerini atmış ve Selçuklu Devleti’nin yükselişini sağlamlaştırmıştır. Nitekim bu başarıdan yalnızca dört yıl sonra, 1075’te İznik merkezli Anadolu Selçuklu Devleti’ni kuran Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Anadolu’nun fethini büyük ölçüde tamamlamış ve Bizans’ı Marmara Bölgesi’ne kadar çekilmeye mecbur bırakmıştır.


Alper UZUNGÜNGÖR


***

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

II. MEŞRUTİYET’İN İLANI VE SİYASİ GELİŞMELER (1908 -1914)

TANZİMAT FERMANI (3 Kasım 1839)

ÜÇ ŞEHİT ÖYKÜSÜ (Polis Memurları Abdullah Bülbül, Mehmet Çolak ve Mustafa Kılıç’ın Anısına)