ŞEYH BEDREDDİN’İN HAYATI DÜŞÜNCESİ VE ÖLÜMÜ



ŞEYH BEDREDDİN’İN HAYATI DÜŞÜNCESİ VE ÖLÜMÜ


Şeyh Bedreddin, Osmanlı tarihinin en çok tartışılan ve sıklıkla yanlış anlaşılan isimlerinden biridir. Onun fikirlerini yalnızca dini ya da siyasi bir çerçeveye hapsetmek hem yaşadığı dönemi hem de bıraktığı etkiyi daraltmak olur. Bedreddin, özellikle yoksul köylüler, gayrimüslimler ve toplumun dışlanmış kesimleri arasında ‘ilahi adalet’ ve ‘ilahi eşitlik’ görüşleriyle büyük yankı uyandırmış; bu yönüyle halk hareketlerine fikirsel önderlik eden bir isim haline gelmiştir. Ona yöneltilen “isyancı” ya da “zındık” gibi nitelemeler ise çoğu zaman, dönemin Osmanlı yöneticilerinin çıkarlarını tehdit ettiği için ortaya atılan siyasi karalama söylemleridir.

Şeyh Bedreddin, yalnızca Sünni gelenek içinde geliştirdiği ve toplumda derin yankılar uyandıran düşünceleriyle değil; aynı zamanda fıkıh ve tasavvuf alanındaki eserleriyle de dikkat çeken bir alimdir. Bu yönleriyle Osmanlı otoritesini tehdit ettiği gerekçesiyle isyanla ilişkilendirilmiş, idam edildikten sonra cesedi, günlerce çıplak şekilde teşhir edilerek ibret amacıyla cezalandırılmıştır. Onu doğru anlayabilmek için eserlerine bakmak yetmez; yaşadığı dönemin siyasi, dini ve toplumsal dinamiklerini de kapsamlı bir şekilde göz önünde bulundurmak gerekir.

1358 yılında Edirne yakınlarındaki Simavna Kalesi’nde dünyaya gelen Şeyh Bedreddin’in babası, Selçuklu hanedan mensubu Simavna Kadısı Gazi İsrail Bey, annesi ise Dimetoka Rum Beyi'nin kızı Melek Hatun’dur. Küçük yaşlardan itibaren İslami ilimlere yönelen Bedreddin, dönemin ilim seyahati geleneği doğrultusunda Bursa, Konya, Halep ve Kudüs gibi önemli merkezlerde fıkıh, kelam, tefsir, mantık, felsefe ve astronomi eğitimi almıştır. Yüksek öğrenimini, dünyanın en eski üniversitelerinden biri kabul edilen Kahire’deki Ezher Medresesinde tamamlayan Bedreddin, daha sonra Memluk Sultanı Berkuk’un daveti üzerine sarayda hocalık yapmıştır. Tasavvufi yönünü geliştirmek amacıyla Tebriz ve Kazvin şehirlerine giderek eğitimini derinleştirmiş; Kahire’deyken 1397 yılında hocası Şeyh Hüseyin Ahlati’nin vefatı üzerine onun yerine geçerek şeyhlik makamına yükselmiştir. Yaklaşık yirmi yıl boyunca Kahire’de kalan Şeyh Bedreddin, bu süre zarfında ilk fıkıh ve tefsir eserlerini kaleme alarak derin bir birikim ortaya koymuştur.

1389 yılında Sultan Berkuk’un vefatının ardından Kahire’den ayrılan Şeyh Bedreddin, önce Tebriz’e, ardından Anadolu’ya geçmiştir. Tebriz’de, Hurufilik akımının önemli temsilcilerinden İmadeddin Nesimi ile tanışmış, daha sonra Karamanoğlu, Germiyanoğlu, Aydınlıoğlu, Saruhanoğlu ve Karesioğlu topraklarında tekke ve zaviyelere konuk olarak ilmi toplantılar yapmıştır. Karaburun’da Börkçü Mustafa ile tanışan Bedreddin, Sakız Adası ve İzmir ziyaretlerinin ardından Manisa’da Torlak Kemal ile derinlikli ve dostane sohbetler gerçekleştirmiş; Kütahya, Balıkesir ve Bursa’da sosyal, politik, dini ve ekonomik içerikteki vaazları ile vahde-i vücut anlayışına dayanan tasavvufi mesajlarıyla dikkat çekmiştir.

1411 yılında Osmanlı’nın başkenti Edirne’ye yerleşen Bedreddin, burada hem ilim hem de tasavvufi kimliğiyle kısa sürede halkın ve yöneticilerin ilgisini çekmiştir. O dönemde 53 yaşında ve maddi imkanları sınırlı olmasına rağmen, sahip olduğu derin bilgi birikimi, mütevazı yaşam tarzı sayesinde büyük saygı görmüştür. Kaldığı ev, icazet almak, eğitim görmek ve bilgi edinmek isteyenlerle dolup taşmıştır. Bedreddin’in ünü, Osmanlı padişahı Musa Çelebi’nin de dikkatini çekmiş; bu vesileyle kendisine kazaskerlik görevi verilmiştir. Bu makam, onu yalnızca derin ilmi birikimiyle değil, aynı zamanda Osmanlı yönetimi içindeki etkisi ve nüfuzuyla da öne çıkarmıştır. Aynı dönemde Börkçü Mustafa’nın, Bedreddin tarafından kethüda olarak görevlendirilmiş olması da dikkat çeken bir ayrıntıdır.

Bu süreçte Anadolu, son derece parçalı ve karmaşık bir siyasi yapıya bürünmüştü. Fetret Devri’nin yol açtığı otorite boşluğu Osmanlı İmparatorluğu’nu büyük bir siyasi krize sürüklerken; Anadolu Beylikleri, Bizans ve Trabzon Rum İmparatorluğu, Memlukler, İlhanlılar, Altın Ordu Devleti ve Ceneviz kolonileri arasında bitmek bilmeyen çıkar çatışmaları ve savaşlar yaşanıyordu. Özellikle Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht mücadelesi, Anadolu Beyliklerinin yeniden güç kazanmasına ve daha bağımsız hareket etmelerine zemin hazırlamıştı. Tüm bu siyasi karmaşanın ortasında kalan halk; sürekli savaşlar, ağır ekonomik koşullar ve yaygın salgın hastalıklar nedeniyle derin bir yoksulluk ve çaresizlik içinde yaşam mücadelesi vermiştir.

Şeyh Bedreddin’in ‘ilahi adalet’, ‘ilahi eşitlik’ ve ‘ortak paylaşım’ ilkelerine dayanan düşüncelerinin geniş halk kesimlerince benimsenmesi ve Börkçü Mustafa gibi şahsiyetlerin bu idealleri uygulamaya koyması, dönemin derin toplumsal çalkantılarının doğal bir yansıması olarak kabul edilebilir. 15.yüzyılda yalnızca Anadolu’da değil, Avrupa’dan Balkanlar’a, Yakın Doğu ve Orta Doğu’ya kadar geniş bir coğrafyada Bedreddin’in düşüncelerine paralel yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Özellikle Avrupa’da Kilise eleştirileri, Anadolu ve çevresinde geleneksel otorite inancına karşı kaleme alınan edebi eserlerin yanı sıra halk ayaklanmalarında da bu ortak değerler dile getirilmiştir.

Osmanlı Devleti’nde yaşanan siyasi kargaşa, 1413 yılında I. Mehmet’in (Çelebi Mehmet) Edirne’de tahta çıkmasıyla sona ermiştir. Yeni padişah, öncelikle kendi iktidarını sağlamlaştırmak amacıyla bazı yüksek rütbeli isimleri sürgüne göndermiş ve bazı Osmanlı topraklarını destekçisi olan Bizans’a bırakmıştır. Bu süreçten Kazasker Şeyh Bedreddin de etkilenmiştir. Selçuklu soyundan gelmesi ve halk arasında sahip olduğu yüksek itibar nedeniyle, ayda bin akçe maaşla İznik Kalesi’ne zorunlu ikamete gönderilmiştir. Aynı şekilde, kethüdası Börkçü Mustafa da Edirne dışına çıkartılarak memleketi Karaburun’a yerleşmiştir. Sürgün yılları, Şeyh Bedreddin’in siyaset ve devlet işlerinden uzaklaşıp düşünsel üretime ve toplumsal aydınlanmaya yoğunlaştığı bir dönem olurken Osmanlı’nın henüz tam anlamıyla egemenlik kuramadığı Batı Ege bölgesinde, Börkçü Mustafa ve Torlak Kemal öncülüğünde kurulan özerk ve eşitlikçi konfederatif yapılar, dönemin otokratik yönetim anlayışına ciddi bir alternatif oluşturmuştu.

Osmanlı'ya vergi vermeyi reddeden ve ekonomik bağımsızlıklarını ilan eden bu yapılar, orta çağ Osmanlısı'nın otoriter yapısı açısından tehdit olarak görülmüş ve 1416 yılında düzenlenen geniş çaplı bir askeri müdahale ile acımasız biçimde ortadan kaldırılmışlardır. Şeyh Bedreddin ise bu olayların düşünsel lideri ve sorumlusu olarak görüldüğü için ulema tarafından suçlanmış; şeriata aykırı söylemlerde bulunduğu iddiasıyla hedef haline gelmiştir. Bu gelişmeler üzerine Kastamonu ve Sinop üzerinden Kırım’a gitmek üzere yola çıkmış, ancak bu planından vazgeçerek Köstence Limanı’ndan Eflak’a geçmiştir. Voyvodanın izniyle bir süre Silistre ve Dobruca bölgelerinde gizlenen Bedreddin, daha sonra Deliorman’a yerleşmiştir. Deliorman yıllarında, Balkanlar’da İslamiyet’i yayan Sarı Saltık tekkesi dervişlerinin desteğiyle tasavvufi kurumsallaşma faaliyetlerine girişmiş ve düşüncelerini ‘Varidat’ adlı eserinde toplamıştır. 1417-1420 yılları arasında Arapça kaleme aldığı bu eser, İslam düşünce tarihi ve tasavvuf edebiyatı içinde önemli bir yere sahiptir. Varidat’ın temel konusu vahdet-i vücuttur. Bu çerçevede Allah, kainat ve insan ilişkisini açıklamış; tüm varlıkların aynı ilahi kaynaktan geldiğini savunmuş, din ve mezhep ayrımcılığına karşı çıkarak herkesin Allah’ın eşit kulları olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca toplumda bir kesimin bolluk içinde yaşarken diğerlerinin açlık, yokluk ve hastalık içinde olmasını ilahi adalete ve eşitliğe aykırı bulmuştur. Bedreddin’in ‘Varidat’ adlı eserinde dile getirdiği bu görüşler, yalnızca tasavvufi anlamda değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi mesaj olarak topluma iletilmiştir.

Bütün bu gelişmeler, başkent Edirne’de devlet düzenine karşı bir isyan hazırlığı olarak değerlendirilmiş; Bedreddin’in Osmanlı yönetimini ele geçirmek amacıyla silahlı güç topladığına kanaat getirilerek askeri bir harekat düzenlenmesine karar verilmiştir. 1420 yılında yapılan askeri harekât sırasında Şeyh Bedreddin esir alınmış, erenlerin bir kısmı baskın sırasında öldürülmüş, diğerleri ise ağır cezalara çarptırılmıştır. Padişah I. Mehmet (Çelebi Mehmet), devlette kazaskerlik yapan Bedreddin’in idam kararını vermeden önce dönemin önde gelen ulemasına danışmış; şeyhülislam ve diğer dini otoritelerin ortak kanaatiyle Bedreddin’in isyancı olduğu için değil, şeriata aykırı görüşler yaydığı gerekçesiyle idam edilmesine fetva verilmiştir. Şeyh Bedreddin’in cezası, 18 Aralık 1420 tarihinde Serez çarşısında halkın gözü önünde çırılçıplak asılarak infaz edilmiştir. Padişah I. Mehmet ise beş ay sonra felç geçirip hayatını kaybedeceğini bilmeden Bedreddin’in naaşının günlerce asılı kalmasını ve halk önünde teşhir edilmesini emretmiştir. Bu cezalandırma biçimi, yalnızca Bedreddin’in bedenine değil, aynı zamanda onun temsil ettiği düşünce dünyasına yönelmiş açık bir aşağılama olarak tarihe geçmiştir.

Düşünceyi dine karşı işlenmiş bir suç ya da siyasi otoriteye yönelik ağır bir eylem gibi görenler; dün olduğu gibi bugün de Bedreddin gibi bir mutasavvıfı ‘mehdici’, ‘isyancı’, ‘doğatanrıcı’ ya da ‘iktidar heveslisi’ gibi yaftalarla karalayarak, toplumun vicdanında karşılık bulan adalet ve eşitlik gibi kavramları itibarsızlaştırma çabasını sürdürmektedir.


Alper UZUNGÜNGÖR


***

Kaynaklar:

(i)Halil bin İsmail, Şeyh Bedreddin Menakıbnamesi, Çeviren Prof. Dr. Mehmet Kanar, Tekin Yayınevi, 2015.

(ii)Ali Kozan, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin İsyanı, Makale, Erişim:15.05.2025, (https://dergipark.org.tr).

(iii)Büşra Nur Akkaya, Şeyh Bedrettin'in Hayatı, Makale, Erişim:15.05.2025, (https://www.academia.edu).

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YÖRÜK ALİ EFE (1895 - 1951)

AYDIN’NIN İŞGALİ VE EFELERİN MİLLİ MÜCADELEDEKİ YERİ

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ (23 AĞUSTOS - 13 EYLÜL 1921)