ANADOLU’DA İSYANLAR VE TOPLUMSAL HAREKETLER
ANADOLU’DA İSYANLAR VE TOPLUMSAL HAREKETLER
Anadolu’daki isyanlar ve sosyoekonomik temelli toplumsal hareketlerden bir kısmını ele aldığımız bu çalışmada, isyan olgusunun çok boyutlu doğası ortaya konmakta; bu hareketlerin yalnızca tarihi olaylar değil, aynı zamanda toplumun yapısal dönüşümünü yansıtan dinamikler olduğu vurgulanmaktadır.
Anadolu topraklarında 13. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar yaşanan isyanlar ve toplumsal hareketler, yalnızca yerel ölçekli ayaklanmalar olarak değerlendirilmemelidir. Bu olaylar, dönemin sosyal, ekonomik ve siyasal yapısındaki derin değişimlerin ve yapısal sorunların yansımalarıdır. Özellikle Türkmen toplulukların öncülüğünde gelişen bu hareketler; merkezi otoritenin zayıflaması, ağırlaşan ekonomik koşullar ve yaygın toplumsal huzursuzlukların etkisiyle ortaya çıkmıştır. Bu isyanlar, çoğu zaman yalnızca devlet düzenine karşı bir başkaldırı değil; halkın temel ihtiyaçlarını, adalet taleplerini ve yapısal reform beklentilerini dile getirdiği tepkiler olarak görülmektedir. Geniş halk kitlelerinin desteğini alabilen bu ayaklanmalar, kimi zaman bölgesel dengeleri sarsacak boyutlara ulaşmış; yeni bir düzen kurma arzusundan özerk yapılar oluşturulmasına kadar çeşitli sonuçlar doğurmuştur.
1240 yılında, Selçuklu Devleti’nin son dönemlerinde Amasya’dan başlayarak Kırşehir’e kadar uzanan Babailerin yürüyüşü, Anadolu’daki ilk büyük çaplı halk hareketlerinden biri olarak öne çıkar. Yalnızca sultanla görüşmek isteyen Kızılbaş Türkmen topluluğunun başlattığı bu yürüyüş, Baba İlyas’ın öldürülmesinin ardından Pir Baba İshak önderliğinde siyasi bir isyana dönüşmüştür. Selçuklu süvarileri tarafından şiddetle bastırılan bu hareket, kadın, çocuk ve yaşlı ayrımı yapılmaksızın büyük bir katliama yol açmış; sağ kalanlar esir edilmiş, ganimetler askerler arasında paylaştırılmış, Frank askerlerine ise altın sikkeler dağıtılmıştır.
Osmanlı’nın Fetret Devri’nde, Şeyh Bedreddin’in izinden giden Torlak Kemal ve Börkçü Mustafa tarafından Saruhanlı ve Aydınoğlu bölgelerinde başlatılan toplumsal hareketler, yalnızca yerel başkaldırılar değil; kendi inanç ve toplumsal sistemlerine uygun bir düzen kurma çabası olarak değerlendirilmektedir. Bu girişimler, dönemin otoriter devlet anlayışına alternatif modeller olarak görüldüğünden 1419 yılında kanlı bir biçimde bastırılmıştır. Bu yönüyle Bedreddiniler, Anadolu’da yalnızca bir isyan dalgasını değil, aynı zamanda hak arama kültürünün düşünsel sürekliliğini temsil etmektedir.
Şeyh Bedreddin olayı ise diğer isyan hareketlerinden farklı ve özgün bir yere sahiptir. Sünni bir mutasavvıf olan Bedreddin; Bursa, Konya, Halep ve Kudüs gibi dönemin önemli ilim merkezlerinde fıkıh, kelam, tefsir, mantık, felsefe ve astronomi eğitimi almıştır. 1395 yılında Kahire’de yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra, Sultan Berkuk’un davetiyle Memluk sarayında hanedan hocalığı yapmış; tasavvufi yönünü güçlendirmek amacıyla Tebriz ve Kazvin’de bulunmuştur. Berkuk’un ölümünün ardından Rumeli’ye dönerek Edirne’de Musa Çelebi tarafından kazaskerlik görevine getirilmiştir. I. Mehmet Çelebi’nin tahta çıkmasından sonra İzmit’e sürgüne gönderilen Bedreddin, can güvenliğinden endişe duyarak Balkanlar’a göç etmiş, Silistre ve Dobruca bölgelerinde gizlendikten sonra Deliorman’a yerleşmiştir. Burada şeriata aykırı davranmak ve düzene karşı isyan hazırlığında bulunmakla suçlanarak 1420 yılında çıplak halde idam edilmiştir. Bu trajik son, onun fikirlerinden çok, dönemin siyasal ve dini hassasiyetlerinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
1511 yılında Tekeli Şahkulu Baba önderliğinde başlayan isyan ise yalnızca bölgesel bir kalkışma değil; doğrudan merkezi otoriteyi hedef alan, siyasi amaçlar taşıyan ve geniş coğrafyaya yayılan organize bir harekettir. Devletin Sünnileştirme politikalarına tepki gösteren Şahkulu’nu yakalamak amacıyla Teke Sancağı’na bağlı Yalınlı köyüne düzenlenen baskında çok sayıda Kızılbaş’ın katledilmesi üzerine başlayan isyan, kısa sürede Hamideli’nden İzmir ve Kütahya’ya, Konya’dan Yozgat’a, Çorum’dan Tokat ve Amasya’ya kadar genişlemiştir. Nihayetinde Sivas civarında Osmanlı ordusuyla yapılan savaşta, ateşli silahlarla donatılmış yeniçerilere karşı koyamayan Şahkulu kuvvetleri ağır bir yenilgiye uğramıştır. Şahkulu’nun bu savaşta öldüğü ya da Safevilere sığındığına dair farklı rivayetler bulunsa da kesin akıbeti bilinmemektedir.
Anadolu’nun tarihsel halk hareketlerinin simgeleri haline gelen; sanatı, sözü ve düşüncesiyle kendisinden sonraki kuşakları etkileyen halk şairleri de vardır. 13. yüzyıldan itibaren hak, adalet ve eşitlik arayışının temsilcileri olarak Yunus Emre, İmadeddin Nesimi, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet gibi ozanlar öne çıkmıştır. Bu halk ozanları, yalnızca bireysel duruşlarıyla değil; temsil ettikleri düşünsel ve kültürel miras aracılığıyla bugün hala toplumsal bellekte yaşamaktadır.
Bunların yanı sıra Anadolu’yu yaklaşık bir asır boyunca etkileyen Celali İsyanlarından da söz etmek gerekiyor. Osmanlı arşiv belgelerinde “Huruc Ale’s-Sultan” olarak kayda geçen bu isyanlar, merkezi bir organizasyon olmaksızın, plansız fakat etkili bir biçimde gelişmiş; özellikle sosyal, ekonomik ve dini baskıların yoğunlaştığı taşra bölgelerinde kendiliğinden alevlenmiştir. Celali İsyanları, Osmanlı taşrasında biriken hoşnutsuzluğun ve halkın artan tepkisinin açık bir dışavurumu olarak değerlendirilmelidir. Ancak bu isyanlar, Bedreddini hareketlerden belirgin biçimde ayrılır. Zira Celalilerden bazıları zamanla çıkar ilişkilerine yönelmiş, bazıları ise devletle uzlaşarak mücadelelerinden vazgeçmiştir. Buna karşılık Bedreddiniler, farklı bir dünya görüşü ve adalet anlayışıyla hareket ederek inandıkları değerler uğruna sonuna kadar direnmiş; bu uğurda darağaçlarında, çengellerde ya da işkenceyle yaşamlarını yitirmiştir. Onlar yalnızca tarihi şahsiyetler değil; halk belleğinde iz bırakan, hak ve adalet uğruna yükselen düşüncenin simgeleri haline gelmişlerdir.
Alper UZUNGÜNGÖR
Yorumlar
Yorum Gönder