ANADOLU MEDRESELERİ’NDEN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NA DİN EĞİTİMİ
ANADOLU MEDRESELERİ’NDEN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NA
Türklerin 11. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya yerleşmeleriyle birlikte medreseler, sadece birer eğitim kurumu olmanın ötesine geçerek toplumsal yapının şekillenmesinde de belirleyici olmuşlardır. Anadolu Medreseleri, devletin ihtiyaç duyduğu din adamı ve yönetici gibi eğitimli insan gücünü yetiştirmekle kalmamış, aynı zamanda halkın İslam’ı Ehl- i Sünnet inancı doğrultusunda, bilhassa Hanefi mezhebi esaslarına uygun şekilde öğrenmesini sağlamak amacıyla faaliyet göstermiştir. 12. yüzyıldan itibaren sistematik bir yapıya kavuşan bu kurumlar, 1924 yılında kapatılana dek varlıklarını sürdürerek iktidar sahiplerinin hedefleri doğrultusunda önemli birer araç olmuştur.
Anadolu medreseleri, kuruluşlarının ilk dönemlerinde birer "cami okulu" işlevi görürken; 13. yüzyıldan itibaren, külliyelerin bir parçası olarak ya da camilere bitişik şekilde inşa edilmeleriyle daha kurumsal ve fonksiyonel bir yapıya kavuşmuşlardır. Öğretim dili genellikle Arapça olan bu medreselerde, çoğunlukla Fars kökenli alimler görev almış, ortaöğretimden yükseköğretime kadar Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, fıkıh ve kelam gibi dini ilimlerin yanı sıra dil ve edebiyat, tarih, tıp, matematik, tabiat bilimleri, mantık ve felsefe gibi alanlarda da eğitim verilerek toplumun gelişimine önemli katkılar sunmuşlardır. Bu kurumların finansmanı devlet tarafından karşılanırken yönetimleri ise sultanlar ya da yöneticiler tarafından kurulan vakıflar aracılığıyla yürütülmüştür. Bu sistem sayesinde medreseler, uzun ömürlü ve sürdürülebilir kurumlar olarak varlıklarını devam ettirmiştir.
Anadolu’nun kültür merkezi şehirlerinde inşa edilen, burslu, ücretli ya da ücretsiz Müslüman öğrenci kabul eden medreseler, 15. yüzyıldan itibaren başlayan değişim süreciyle birlikte, özellikle Fatih ve Süleymaniye medreseleri örneklerinde görüldüğü üzere hem mimari yapıları hem de eğitim sistemleriyle dönemin eğitim anlayışına ve toplum hayatına yön vermiştir. Ancak, Anadolu’da 12. yüzyılın başlarında kurulan ilk medrese olan Yağıbasan Medresesi’nin faaliyete geçtiği tarihten itibaren yaklaşık beş yüzyıl boyunca kurumsallaşarak gelişen ve önem kazanan Anadolu medreseleri, 16. yüzyılın ortalarında yükseliş dönemini geride bırakarak hem devlet hem de toplum açısından önemli bir yük haline gelmiştir.
Bu gerilemenin temel nedenleri arasında; bağımsız eğitimin terk edilmesi, sosyal ve fen bilimlerine ait derslerin müfredattan çıkarılması, öğrenci kayıt koşullarının düzensizliği, öğretimin ve sınavların programsızlığı, ders kaynaklarının yetersizliği, müderrislerin liyakatsiz kişiler arasından seçilmesi, öğretmen ve öğrenci kalitesinin düşmesi, rüşvet ve yolsuzlukların yaygınlaşması, öğretim dilinin Türkçeye uyarlanamaması, vakıf heyetinin yozlaşması ve ulema sınıfının giderek ayrıcalıklı bir yapıya dönüşmesi gibi unsurlar sayılmıştır.
Devletin 1770-1876 yılları arasındaki yenileşme hareketleri ve Tanzimat reformları çerçevesinde klasik medrese sisteminin ıslahına yönelik çeşitli girişimlerde bulunulmuştur. Bu bağlamda, medreselerin aksayan yönlerini gidermek ve işleyişlerini yeniden canlandırmak amacıyla birtakım yapısal tedbirler alınmıştır. Ayrıca, nitelikli insan kaynağını yetiştirmek amacıyla mesleki eğitim kurumlarının yanı sıra ortaokul düzeyinde Rüşdiyeler ve lise düzeyinde İdadiler açılmıştır. Bu dönemde, Avrupa’da eğitim almış Osmanlı vatandaşları ilk kez devlet hizmetlerinde görev almaya başlamış; aynı zamanda Müslüman halkın çocukları da zorunlu eğitim kapsamında İstanbul ve diğer büyük şehirlerde açılan sıbyan mekteplerine kaydedilmiştir.
Medreseler ve eğitim konusundaki değişim, 1876-1918 yılları arasındaki Meşrutiyet Dönemi'nde de devam ettirilerek önemli adımlar atılmasından vazgeçilmemiştir. Bu dönemde Azınlık okulları da dahil olmak üzere tüm eğitim kurumları tek bir program çatısı altında birleştirilmiş; ilk ve ortaöğretim ulusal bir nitelik kazanmıştır. Ayrıca, dini ilimler dahil olmak üzere her türlü bilim ve fen bilgisinin öğretimini sağlamak amacıyla üniversite statüsünde Darülfünun okulları kurulmuştur. Devlet, kendi yönettiği okulların ders programlarını düzenli bir şekilde hazırlayıp uygularken ve bu kurumların ödeneklerini artırırken ne azınlık okullarına ne de medreselere herhangi bir destek sağlamamıştır.
19 yüzyıl sonu 20 yüzyıl başlarında medreselerin varlığı, yapısı ve işleyişi ilk kez ciddi şekilde tartışma konusu olmuş; eğitim düzeylerinin düşürülmesiyle birlikte medreseler adeta yüzüstü bırakılmıştır. Bu anlayışın sebebi ise içtihat kapısının kapandığı, dinin sınırlarının mezhep imamları, büyük müçtehitler ve kadim ulema tarafından kesin biçimde belirlendiği, artık yeni bir görüş ortaya koymak yani içtihat yapmak imkanı kalmadığı düşüncesinin yaygınlaşmasıdır. Buradan hareketle medreselerin kapatılması gerektiği yönünde görüşler gündeme gelmiş; mevcut içtihadi bilgilerin korunması ve gelecek nesillere aktarılması görevinin mezhepçi ve radikal eğilimler taşıyan, kamuoyu yenilik karşıtı eylemlere yönlendiren medreseler yerine çok yönlü ve modern eğitim kurumları aracılığıyla sürdürülmesi gerektiği fikri benimsenmiştir.
Medreselerin önemini yitirip Mevlevihane, Tekke ve Zaviyelerin öne çıktığı bir dönemde I. Dünya Savaşı patlak vermiştir. Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği ve 1918 yılında sona eren bu savaş sırasında genç bir kurmay subay olan Mustafa Kemal Paşa tarih sahnesine çıkmıştır. Milli Mücadele döneminde Mevlevihane, Tekke ve Zaviyelerin desteğini almış, din adamı ihtiyacını karşılamak amacıyla İlmiye medreselerini yeniden canlandırmak için girişimlerde bulunmuş; bu doğrultuda 1920 yılında Büyük Millet Meclisi hükümeti tarafından bir nizamname dahi yayımlanmıştır. Ancak tarihsel işlevini büyük ölçüde yitirmiş olan medreselerin ıslahına yönelik çabalar beklenen sonucu vermemiştir.
İşgal yıllarında medrese imamları ve suhtelerin takındığı tutum ise dikkat çekicidir. Askerlik yapmayan ve vergi ödemeyen medrese mensupları, işgal güçlerini desteklemiş; hatta bazıları Kuvayı İnzibatiye saflarında yer almıştır. Buna karşılık, II.Abdülhamid döneminde kurulan İdadi ve Darülfünun gibi modern eğitim kurumlarının öğretim üyeleri ve öğrencileri ise halkın işgal güçlerine karşı örgütlenmesinde etkin rol üstlenmiş ve Ankara Hükümeti ile yakın iş birliği içinde Kuvayı Milliye hareketine fiilen destek vermiştir. Ayrıca, Mevlevi şeyhleri, postnişinler, pirler, dedeler, imamlar ve toplumda saygınlık kazanmış din alimlerinden büyük çoğunluk Mustafa Kemal Paşa’ya destek vermiştir.
Cumhuriyet’in ilanından bir yıl sonra kabul edilen 1924 tarihli Öğretim Birliği Kanunu ile eğitimde birlik sağlanmış, bu kapsamda bin yıllık geçmişe sahip Anadolu Medreseleri kapatılmış; İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esaslarına ilişkin görevleri yürütmek, toplumu din konusunda aydınlatmak ve ibadet yerlerini düzenlemek amacıyla modern bir devlet kurumu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Böylece dini hizmetlerin çağdaş devlet yapısı içerisinde merkezi bir otorite tarafından organize edilmesi hedeflenmiştir.
Alper UZUNGÜNGÖR
***
Kaynaklar:
(i)F. Unan, Osmanlılarda Medrese Eğitimi, Makale, Erişim Tarihi: 25.05.2025, (https://yunus.hacettepe.edu.tr)
(ii)A. Çaycı, Anadolu Selçukluları Döneminde Merdese Uleması, Makale, Erişim Tarihi: 25.05.2025, (https://acikerisim.selcuk.edu.tr)
(iii)Y. Sarıkaya, Osmanlı Medreselerinin Gerileme Meselesi, Makale, Erişim Tarihi: 25.05.2025, (https://dergipark.org.tr)
Yorumlar
Yorum Gönder