CİHAN ŞAH


CİHAN ŞAH
(Aladağların Karakoyunlu Türkmenleri)

Moğol/ İlhanlı İmparatorluğunun 14’cü yüzyıl ortalarında dağılmaya başlamasıyla tarih sahnesine çıkan beyliklerden birisi de Oğuz Türkü Yıva boyu mensuplarının kurduğu Karakoyunlulardır.

Beyliğin kuruluşunda, Van Gölü kuzeyinden Erciş’e, Aladağlardan Tendürek ve Azerbaycan’a kadar yükselen yaylalarda konar-göçer yaşayan Türkmen topluluklarından Şad’lu oymak beyi Bayram Hoca etkili olmuştur.

Yıva, Yazır, Döğer ve Avşar boyundan Türkmenlerin bir sancak altında birleşmesiyle kurulan Karakoyunlular, Osmanlı ile eş zamanlı büyümüş, kısa sürede devlet niteliği kazanıp imparatorluk seviyesine ulaşmıştır.[1]

Doğu Türklüğünün koruyucusu ve kollayıcı vasfını taşıyan Karakoyunlular; Bayram Hoca zamanında hâkimiyet, hükümdarlık, adalet, akıl ve bilgelik temelinde devletin ilk alt yapı teşkilatlarını kurup Moğol Celayirlerin elindeki Tebriz’i fethetmişlerdir.

Tebriz’in başkent yapılmasından sonra Türk kültürü ve geleneği yanı sıra Türk’ün inanç anlayışı ekseninde, hükümdar ailesi, şahzade, saray erkânı, devlet görevlisi, yönetim divanı, meclis kanunnameleri yazılmıştır.

Devlet topraklarının iktası, verginin ihdası ile suyurgal fermanları çıkarılmıştır. Düzenli ordu sistemini öngören askerlik teşkilatıyla birlikte hükümdarın ordu kademelerine atama usulü belirlenmiştir.

Darphanelerde sikke kestirilmiş, tevki mührü (ferman, menşur ve mektupların sonuna vurulan hükümdarlık alameti) bastırılmış, sınır boylarına ve şehirlere beyler atanmış, ticaret ve sosyal hayatı düzenleyen kanunlar yazılmıştır.[2]

Karakoyunlular döneminde, kentler bayındır hale getirilmiş, kültür ve sanat faaliyetleri ivme kazanmış, Osmanlılarla dostluk ilişkileri kurulmuş, Akkoyunlular ve Timurlular ile mücadele edilmiştir.

Beylikten devlete, devletten imparatorluğa geçiş sürecinde yaklaşık bir asır hüküm süren Karakoyunlu tahtında sırasıyla; Bayram Hoca, Kara Mehmet, Kara Yusuf, İskender, Cihan Şah ve Hasan Ali beyler oturmuştur.

Cihan Şah zamanında devlet; bugünkü Türkiye, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, İran, Irak ve Umman topraklarına kadar genişlemiş, imparatorluk seviyesine ulaşılmıştır.

Cihan Şah, Kara Yusuf’un altı oğlundan dördüncüsüydü. Annesi Kadem Paşa Hatun, kardeşleri Pir Budak, Şah Mehmet, İskender, İspend ve Ebu Sait’tir. Kaynaklarda, 1397’de Hoy’da ya da Mardin’de doğduğu belirtilmektedir.

1415’te babası Kara Yusuf tarafından bey tayin edilip Tebriz’den Sultaniye’ye gönderilmiş, refakatine verilen ve eğitiminden sorumlu tutulan atabeglerin (Lala) yanında yetişmiştir. 1420’de babasının ölümü üzerine Sultaniye’den ayrılarak Bağdat beyi ağabeyi Şah Mehmet’in yanına gitmiştir.

Bu sırada Akkoyunlu ordusunu, Nusaybin’de bozguna uğratan kardeşi İskender ise başkent Tebriz’e gelerek Karakoyunlu tahtına oturmuştur.

Cihan Şah, on dokuz yıl taht süren İskender’in, 1439’da oğlu Kubat tarafından öldürülmesi, Şah Mehmet’in Timurlu askerler tarafından esir alındıktan sonra Şahruh’un emriyle katledilmesi üzerine 1439’da hükümdar ilan edilmiştir.

Karakoyunlu, Akkoyunlu, Timurlu, Osmanlı ve Memluklerin içinde bulunduğu bu devirde, siyasi iktidarsızlık ve karışıklıklar ile mezhep akımlarının sebep olduğu çalkantılar devlet otoritesini tesis etmeyi oldukça güçleştirmişti.

Fakat Cihan Şah bütün bunlara rağmen Karakoyunlu devletini doğu Anadolu'da siyasi güç merkezine çevirmiş, içinde bulunduğu geniş coğrafyada meydana gelen olaylara karşı aktif rol oynamıştır.

Ülkesinin imar işleriyle ilgilenmiş, şehirlere vakıf müesseseleri yaptırmış, medreseler kurmuştur.

Karakoyunluların iç ve dış siyasetinde önemli görevler üstlenmiş eşi Hatun Can Begüm ile birlikte kültür, sanat ve dini faaliyetlerde bulunmuştur.[3]

Cihan Şah, kendisinden önceki Karakoyunlu hanedan üyeleri gibi ve ayrıca devletin imparatorluk vasfı gereği, bölgesel çıkarları doğrultusunda değişik yönetim ve farklı inanç politikaları uygulamıştır.

Bu itibarla, Karakoyunlu devleti ile hanedan üyelerinin mezhebi hakkında bir sonuç çıkartılamaz. Diğer bir ifadeyle hanedan üyeleri inançlarının gereğini gizlice yaşadıkları gibi devlet işlerine karıştırmamış, kişisel hayatın dokunulmazlığını baskılamışlardır.

Buna rağmen Karakoyunlu hükümdarlarının Şii mezhepli olduğunu, Sünni topluluklara baskı yaptığını yazan tarihçilerin iftirası söz konusudur. Akkoyunlular Sünni, Safeviler Şii mezhep inancını benimsetmeye çalışmıştır ve bu gerçektir.

Karakoyunlular ise insanların inancına müdahalede bulunmamış, din ve mezhep farklılıklarını zenginlik kabul etmiştir. Fakat devlet yönetimine ve toplum hayatına müdahale ettiğine inandıkları tarikat/cemaat akımlarının merkezlerini sürekli basmışlar, ileri gelenlerini şiddetle cezalandırmışlardır.

Cihan Şah tahta çıktıktan bir yıl sonra ilk seferini 1440 yılında Gürcü topraklarına yapmıştır. 1445 yılındaki ikinci Gürcü seferinden sonra Gürcistan Krallığını vergiye bağlamıştır.

1446’da Bağdat beyi kardeşi İspend’in ölümü üzerine kuzenleri Elvend ve Fulad arasında baş gösteren mirzalık kavgasına müdahale ederek Bağdat’ı kendi kontrolüne almıştır.

Memluklere bağlı Türkmen emirlerin Timurluları desteklemesi üzerine, Memluk sultanı ile işbirliği yapmış ve bu emirleri bertaraf etmiştir.

Akkoyunlu beyi Cihangir’i mağlup ederek Rey, İsfahan, Fars ve Kirman İllerini Karakoyunlu hâkimiyetine almıştır.[4]

1447’de Timurlu Şahruh’un ölmesi üzerine Horasan’a büyük bir sefer hazırlığına başlamıştır. 1448’de harekete geçerek önce Harzem ve Batı Horasan’ı sonra Timurlu başkenti Herat üzerine yürüyüp burasını zapt etmiştir.

Artık karşısında sadece Maveraünnehir hâkimi Ebu Said vardı. Maveraünnehir’in fethiyle tarihin gidişatını değiştirecek, çok güçlü bir Türk devletini Karakoyunlu elinden kuracaktı. Fakat oğullarından Hasan Ali'nin isyan ederek Tebriz’i ele geçirdiğini duyunca, seferden vazgeçip geri dönmüş, Hasan Ali’yi itaat altına alıp, hapsetmiştir. Bu tarihten itibaren de Akkoyunlu beyi Cihangir üzerinde yoğunlaşmıştır.

1452’de metbuluk antlaşması ile Akkoyunlu sorununu halleden Cihan Şah, batı sınırlarında sağlanan bu barıştan sonra Akkoyunlu devletinde Cihangir’in yerine güçlü bir hükümdarın ortaya çıkmasını ve Karakoyunluları rakip görmesini önemsememişti.

Akkoyunluların “Uluğ” unvanıyla andığı Hasan bey batıya açılmak, doğuya ilerlemek, ticaret yollarının tamamını ve Doğu Karadeniz limanlarını kontrol altına almak istiyordu. Bu düşüncesinin gerçekleştirmek için önündeki tek engel Karakoyunlu Cihan Şah’tı.[5]

Cihan Şah, 1457’de Mardin beyi Rüstem’in Akkoyunlu Uzun Hasan'a yenilmesinden sonra durumun vahametini anlamıştı. Hâkimiyetindeki topraklarda karşılaştığı sorunları çözdükten sonra, Hasan beye bir ders vermek ve gerekirse ortadan kaldırmak için hazırlığa başlamıştı.

Büyük tehlikelerin yaratacağı risklere rağmen 1467 baharında Akkoyunlu başkenti Diyarbakır’ı hedefine alarak Tebriz’den hareket etmiştir.

Kat edeceği yol ağı; han yerleri ve kervansarayların durumuna göre Hoy, Van, Bingöl, Harput ve Ergani'ydi. Hasan bey ise Diyarbakır’dan yola çıkmış, ordusunu sarp ve kayalık alanlarda gizleyerek Bingöl'e kadar gelmişti.

Cihan Şah, Kiğı Sancak mevkiine ulaşıp karargâh kurduğunda, kendisini adım adım izleyen Hasan bey de Sancak’a yakın bir yerde beklemeye başlamıştı.

Karakoyunlu karargâhına 11 Kasım 1467 günü gece vakti ani baskın veren Hasan Bey, kendisinden bihaber han otağında dinlenen Cihan Şah’ı öldürtmüş, iki oğlunu, komutan ve beylerini esir alıp Diyarbakır’a dönmüştür.

Karakoyunlu ordusundan geriye kalan askerler, Cihan Şahın cenazesini yanlarına alıp büyük meşakkatle Tebriz’e götürmüşlerdir. Merhumun eşi Hatun Can Begüm ile kızı Hatun Devlet çifte hükümdarlıklarını ilan ederken Cihan Şah’ın cesedi Muzafferiye Medresesinde toprağa yatırılmıştır.

***

Kaynakça:
(i)Enver Konukçu, Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah, TDV İslam Ansiklopedisi. Erişim Trh 01.06.2018 (https://islamansiklopedisi.org.tr).

Dipnotlar:
[1]Bu topluluklar; Baharlı, Duharlu, Hacılu, Alpagut, Karamanlu, Çakırlı, Ayinlu, Bayramlu, Ağaçeri ve Şamlu oymaklardır. Karakoyunlu konfederatif yapısı içerisindeki Şamlu ve Çakırlu aşiretleri Şiiliğe meyil etmişler, diğerleri Sünni kalmışlardır.
[2]Uygurca‘da suyurgamak sözünden alınan suyurgal kelimesi, hükümdarın bir kimseye bağış ya da hibede bulunmasıdır. Toprak sahipliğinin gelişmesi sonucu ortaya çıkmış, feodalleşme sürecinde önemli rol oynamıştır.
[3 Hatun Can Begüm’ün adı ve mührü birçok fermanda, kitabede ve vakıf kayıtlarında geçmektedir.
[4]Mirza, Doğu Türklüğünde soyluluk sanı. Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenlerde şehzade veya şahzadelere verilen unvan. İslamiyet öncesi Tigin.
[5]Hasan Bey, Akkoyunlu Türkmenleri nezdinde Uluğ ise de Osmanlıya karşı izlediği olumsuz siyasetin etkisiyle, Osmanlı belgelerinde isminin önüne uluğ yerine uzun kelimesinin eklendiğini düşünüyorum.
[6]Cihan Şahın vefatından kısa bir süre sonra oğlu Hasan Ali, kendisini serbest bıraktıran vezir ve komutanların çabalarıyla Karakoyunlu tahtını annesi ve kız kardeşinden teslim almıştır.